31 Ağustos 2010 Salı

Namludan Çıkmak

Ölmeye yatmak, düşe kalkmak
Her şeyle başlayıp hiç bir şeyle kalmak
Dünün koruyla yarını yakamamak
Yıldırımı eliyle tutmak kibrit olamamak

Gücünü yıldızlara yazmak ama yıldız olamamak
Hem aşk hem meşk olmak
Sevdası çilesine basamak
Yürek kocaman hayat kaçamak

Ankara'dan açık alınla çıkmak
Gururunla gücünle anıt gibi yaşamak
Mermiden arma kovalamak
Ama namludan hiç çıkmamak.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Nice 100 Yıllara Ankaragücüm


ALTINÖRS İDMANYURDU (MKE ANKARAGÜCÜ) KURULUŞ

Futbol oyunu Padişah Abdülhamit’in yasak kararına rağmen Dersaadet’in uzak bölgelerinde Zeytinburnu, Makriköy (Bakırköy) ve civarında Türkler tarafından da etrafa gözcüler konularak oynanıyor ve maçlar kıran kırana geçiyordu. Padişah Abdülhamit’in fermanına uymayarak aralarında alenen ve kıran kırana top oynayanlar ise, Zeytinburnu İmalat-ı Harbiye Tamir Atölyesi mensupları idi.

İmalat-ı Harbiye mensupları 1904 yılında yasak kararının kaldırılması üzerine formaları ile Zeytinburnu ve civarındaki sahaları doldurmaya başladılar. 1904 – 1910 tarihleri arasında Zeytinburnundaki İmalat-ı Harbiye Tamir atölyesindeki her ünite ve tezgah mensupları değişik kulüpler kurmuşlardı. Bunlardan bazıları ise Rehberi Sanayi Gücü, Besalet Spor, Topa Gençlik Gücü, Gayret Gençlik tir.

İmalat-ı Harbiye usta mektebi talebeleri ile top dökümhanesi mensuplarının da yer aldığı bu gayri federe kulüplerin aralarından yaptıkları maçlar zaman zaman sürtüşme ve tartışmalara neden oluyordu. Bu arada İstanbul ligi kurulmuş ve maçlar başlamıştı. Kendileri de bir çatı altında toplanarak bir kulüp kurabilirler ve böylece liglere katılır, adlarını daha iyi duyurabilirlerdi… Bu maksat ile 1910 Haziranın 14′ünde İmalat-ı Harbiye Mektebi işçilerinin de katıldığı bir toplantı yapıldı ve bir sonuç alınamadan dağıldı.

Aynı yıl ve ayın 19. günü yapılan toplantıda da bir sonuç alınamadı ama mektebin son sınıf öğrencileri kararlı idi. Aynı sınıfın iki güzide öğrencisi AGAH ORHAN ve ŞÜKRÜ ABBAS’ın yıldızları bir türlü barışmıyor ve anlaşma sağlanamıyordu.İki taraf ayrı ayrı ve harıl harıl hazırlıklarını sürdürüyorlardı. Ve nihayet, Agah ORHAN’ın başını çektiği gurup hazırlıklarını tamamlamış “ALTINÖRS İDMANYURDU”nun evraklarını Mutasarrıflığa vermişti… Tarih 31.08.1910 idi. Bunu haber alan , Şükrü ABBAS’ın başını çektiği gurup, son hazırlıklarını bir kere daha gözden geçirdikten sonra onlarda evraklarını Mutasarrıflığa teslim ettiler. Böylece “TURAN SANATKARANGÜCÜ”de kuruluşunu tamamladı. Tarih aynı tarih, yani 31.08.1910.Takımın

Kuruluş sürecinin uzun hikayesi; http://www.ankaragucu.org.tr/hakkinda

...

Ne kadar takıma /yönetime zaman zaman kızsak da, sevenimiz kadar sevmeyenimiz olsa da Ankaragücümüz 31 Ağustos 2010 itibariyle tam 100 yaşında.

Köklerinin Kurtuluş Savaşında atıldığı, renklerinin Ulu Önder M.Kemal Atatürk tarafından seçildiği, 1981 yılında 2. ligden gelip 1.ligdeki nerdeyse tüm takımları eleyerek Kupayı alan yegane kulüp olan, müzesinde şampiyonluk kupası olmamasına rağmen yıllardır peşinden binleri sürükleyen bu kulübün peşinde olduğum için gurur duyuyorum.

Nice 100 yıllara Ankaragücüm.

29 Ağustos 2010 Pazar

Mantık Hatası


19 Temmuz 2010
Ankaragücü, 1 yıl daha sözleşmesi devam eden tecrübeli savunma oyuncusu Koray Çölgeçen ile yollarını ayırma kararı aldı. Teknik direktör Ümit Özat'ın Koray Çölgeçen'in takımdan göndermesini istediği ve yönetimin de bunu onayladığı öğrenildi. Sarayköy Tesisleri'nde eşyalarını toplayan Koray'ın kendisine takım bulmasının istenildiği ve Özat'ın kendisine "Seni takımda görmek istemiyorum" dediği ifade edildi.

...

27 Ağıstos 2010
"Israrla transfer yapmamız lazım diye söylüyorum. Transfer süresinin bitimine çok az bir zaman kaldı. Yöneticilerle konuştuk. Eksik bölgelerimiz için 1-2 futbolcuya ihtiyacımız olduğunu söyledim. Mutlaka bir stoper bir de sağ bek eksiğimizi tamamlamalıyız. Şimdi bunun gerçekleşmesini bekliyoruz'' diye konuştu.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Drago Gabriç

Simpson transferinin yatmasından sonra transfer söylentilerini yazmamaya karar vermiştim ama madem kesinlik kazandı, 1-2 olaya değinmek lazım.
Drago Gabriç'in babası Toncija Gabriç, 1994/1998 yılları arası Hajduk Split takımında kalecilik yapmıştı. Hırvatistan'ın Hajduk Split taraftarlarının geleneği olan ve o senenin en iyisini seçtikleri "Hajduk'un Kalbi" ödülünü 96/97 senesinde kaleci olarak kazanmıştı. Aynı ödülü 2008 senesinde Drago Gabriç'e verdiler. Daha genç yaşta olmasına rağmen (ki o sene daha 20 yaşındaydı) bu ödülü alması başarıdır. Aynı sene zaten Hırvatistan Milli Takımına çağırıldı. İşin garibi, bu adamı Hajduk Split önce NK Solin, sonra da NK Novalja takımına kiraladı. İki senelik sürgünden sonra Hajduk'da parladı denebilir.

Rothen'den sonra elbette herkesin beklentisi büyüdü; fakat 23 yaşında ve ülkesinde kendini ispatlamış bir oyuncu alındı. Trabzon'dan bu sene gönderilmesinin sebebi, 3 yıldır beraber oynayan takıma bir şekilde monte edilememesidir. Şenol Güneş, Gabriç'i rotasyona sokmak yerine kurulu düzeni bozmamayı tercih etti. Sonuç olarak, transfer döneminin 1 Eylül'de bittiğini düşünürsek bu süreçte alınabilecek iyi oyunculardan birisiydi.

Bir gün sonra gelen not: Gabriç, Ankara'daki görüşmler sonrası anlaşamadan şehirden ayrılmış. Maşallah dediğimiz 1 gün yaşamıyor.

Ankaragücü 1 - 1 Kayserispor | Analiz

7 eksik ve seyircisiz çıktığımız maçta, karşımızda tam kadro ve 2'de 2 yapmış bir takım vardı. Manisa'yı yenmenin rehavetiyle 9 defansif adamla oyuna başladık. Golü yiyene kadar göze batmadı ama hücumda Sapara ve Metin dışında hiçbir şey yaratamadık. Golü yedikten sonra Ümit Özat'tan hiç beklemediğim cesaretli hamle geldi, Meye girdi. Trabzon maçına da aynı düzenle çıkmıştık, pozisyonumuz yoktu. Niye yine aynı mantıkla, hem de senin ayarında olan bir takıma karşı Yunanistan savunması uygulamaya çalışırsın anlamıyorum. Meye'nin Aydın'ın yerine girmesinden sonra istemeden de olsa herkes kendi mevkisini buldu. Dakika 36 olması lazım. Bu dakikadan sonra izlenesi maç olmaya başladı.

Maç içinde tahmini bir 8-9 kere Vittek olsaydı, Sestak olsaydı demişizdir heralde. Takım oynuyor, mücadele ediyor ama işte o mücadeleye son noktoyı koyacak adam yok. Sapara tek başına geriye gelip top alıyor, sürüyor, ceza sahasına verkaç yapıyor; içeri arapas atacak adam yok. İkinci yarıda Kayserispor iyice defansa çekildi. Biraz Pollyannacılık oynamak gerekirse, bu kadar eksiğe ve cezalara rağmen lige en iyi başlamış takımını bir-iki hamleyle oyundan sildik. Bu silinmenin arttığı zamanda Sapara yine yarattı bişeyler ve Mehmet Çakır çok güzel köşeye bıraktı. Gol erken gelince herkese cesaret geldi. Ü.Özat da gazı alınca iyice takımı ileri çıkardı. Burdaki tek eleştirim, bazı futbolcular maçı kazanmanın neler getireceğini bildiği için 2. golü aramaya çalışırken, bazıları 1 puana razı havası vardı. Bu sene bu takımın hedefleri farklı. Bunun bilincinde olunması lazım. Ligin iyi takımıyla oynuyoruz, ne koparsak kardır olayı artık eskide kaldı, bu kadar harcama, transfer; UEFA yada daha yukarıları için.



İyimser olmak istiyorum. Daha bu takıma Vittek, Sestak, Muhammet, Gabriç ve 1-2 yeni transfer girecek. Ligdeki ilk 4 haftalık berbat fikstüre rağmen (Trabzon, Manisa, Kayseri, Beşiktaş) 3 haftada 4 puan gayet iyi. İnönü'den de puanlarla çıkarsak, bundan sonra çıkışa geçeceğimiz maçlar olacak ki o haftadan sonra 3 hafta Ankara'da oynuyoruz (Kasımpaşa, Gençleri Konya). Biz yeri geldiğinde eleştiririz, taraftara ters birşey yapılır tepkimizi koyarız. Kulübün geleceğiyle ilgili kaygı verici olaylar olur, isyan ederiz ama iyi şeyler olduğunda alkışlamayı biliriz. Yıllar sonra "futbol" konuşabiliyoruz ve ligde çok iddialıyım diyeni en kötü halimizle ezebiliyoruz. Bu takıma güvenmek lazım, dış sorunları bu oyunculara yansıtmamamız lazım. Ben inanıyorum bu takım bu sene bize başımız dik gezeceğimiz çok maç seyrettirecek.

27 Ağustos 2010 Cuma

6 Puanlık Maç

Trt'nin 80'li yıllardan kalma bi sözü vardır. Rakipler yenildikçe senin oynayacağın maçın puanı artar. 3 rakibin kaybettiyse 9 puanlık maçtır o. Ama daha bu maç çok gereksiz, yenerse bile 1 puan alacak diye birşey duymadım, o ayrı tabi. Sabah sabah ne alakaysa, burdan lafı Kayseri maçına bağlamayı düşündüm.

Manisa maçı herkesi çok umutlandırdı, medyada bile gizli şampiyonluk adayı lafları çıkmaya başladı. Geçen hafta takım iyiydi de, arkadaş şu sakatlıklar bugün beni düşündürüyor. Ligin 3. haftasındayız takım revire döndü. Hadi Vittek'siz oynamaya alıştık ama Sestak da sakatlanınca geçen haftadan kalan umudum biraz kırıldı. Gerçi şöyle baktığımda Manisaspor maçında oynayan 9 adam yine sahada olacak, tek fark sağda M.Çakır, ilerde de dünkü antremanda as takımda denenen Metin (10) olacak. Bu arada Ü.Özat'ın cezası bitti, belki ekstra motive edebilir takımı.
Diyeceğim şudur ki; kazanmak lazım, Manisa maçının üstüne cila atmak lazım, iyice moral bulup İnönü'ye akmak lazım.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Kombine Söylentisi / Duyumu / Bilgisi

Bugün işim gereği Tandoğan tarafındaydım. Gitmişken tesislere bakınmaya karar verdim. Az biraz yaz okulundaki çocukları seyrettikten sonra ana binaya girdim. Tesislere uğramak çok niyetim değil ama alışık olduğum, hep kombine aldığımız bir arka oda var, gidenler bilir. Dedim gelmişken şu kombine işini bilse bilse burdaki bilir. Bendeki rahatlık da tam komedi ya neyse. Arkadaşla konuştuğum ve ondan anladığım kadarıyla kongreden sonra kombineler hemen çıkacak, hatta tasarım da şu forumlarda çizilen değişik resimlilerdenmiş. Fiyattan kimsenin haberi yok. Yönetim toplanacak, o günkü ruh haliyle çıkaracaklar ortaya bir rakam. Çok pahalı olacağını zannetmiyorum. Adam da boş oturmaktan sıkılmış heralde, muhabbet ettik biraz. Yani kısacası, anlayacağınız kulüpte kararı A.Gökçek, Ender Yurtgüven, Nadir Koç, Avni Kavlak ve 1-2 yönetici veriyor. Onun dışında kulüp çalışanlarının sadece kulağına çınlatıyorlar. Şimdilik bu kadar bilgi bulabildim. Yemin ediyorum şu kombine için çektiğimiz eziyeti başka bir takım taraftarına anlatsak gülerler, sanki alacaklı gibi tesislerin kapısına dayanıyoruz.

Eskilerden Kim Kaldı Azizim?


"Ben Ankaragüçlü duruşumu hiç bozmadım. Manisa'yı 3-0 yendik. Son zamanlarda en rahat uyuduğum geceydi..."

Cengiz Topel Yıldırım
MKE Ankaragücü Eski Başkanı

25 Ağustos 2010 Çarşamba

"Süperstar" Geldi !


Sahada ayakta duramıyor dendi. Sessiz sedasız takımdan ayrıldı. Dün Larissa'lı yöneticiler tarafından "süperstar" diye lanse edilerek, 500 kadar taraftarın sevgi gösterisiyle Yunanistan'da sahaya indi. Duyduğum kadarıyla uzun zamandır almak için uğraşıyorlarmış, hatta bazı Yunan siyasetçileri araya girmiş. Nedir bu kadar kargaşa onu anlayamadım tabi.

"Öncelikle burada olduğum için çok mutluyum. Tabi bazı insanlara teşekkür etmem lazım; başta menajerim Miguel Riera olmak üzere, yönetimden Sayın Constanti bu transfer için çok büyük savaş verdi. Larissa'nın hedefleri ve yeni stad projesi beni çok etkiledi. Kulüp başkanı Sayın Papakostas bu büyük hedefler içinde benim çok büyük önemim olduğunu söyledi. 4 gün sonra önemli bir maçımız var, oynayıp oynamayacağıma hoca karar verecek.."


Larissa geçen sezonu 10. bitirdi. Geremi belki de futbol hayatının son transferinde iyi yere kapak attı denebilir. 2 yıllık sözleşmeyle, 2 milyon euro alacak.

24 Ağustos 2010 Salı

Vittek Sorunsalı


Bir Vittek tartışmasıdır gidiyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Olay nedir, ne değildir araştırmayınca kulaktan kulağa bu noktalara kadar geliyor. İşin aslını yazalım; Slovakya - Hırvatistan maçında Vittek 68. dakikada oyuna girdi. İlk topla buluşmasında Türkiye'den alışık olduğumuz kötü zeminin kurbanı oldu ve 72. dakikada yerini Sestak'a bıraktı. Yani sahada 4 dakika kalabildi. Maçtan sonra Slovakya Milli Takım antrenörü Erik Jendrišek, "Vittek çime takılmasından sonra bana acı hissetiğini söyledi ve kasığını tutuyordu. Riske etmek istemedim, ama önemli birşeyinin olduğunu sanmıyorum" dedi.
Olay bundan ibaret. Bir yönetici çıkıp, kamera önünde 25 saniye bunu anlatsa belki de olay kapanacak. Çıkarsın dersin ki, "sakatlığı ufak zannediyorduk, ama MR'dan sonra kasığındaki yırtık şu kadarmış. Aha bu da MR örneği.." İşi bu boyuta getirdikten sonra bugün medyayı medyaya şikayet ettiler. Lahana turşusuyla ilgili bir söz var, tam uyuyor buraya.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Pamuk Eller Cebe


Geçen sezon 14 maç oynadı, herkesi mest etti. Hoş bir sada bıraktı derler ya, o misal. Neyse geçelim son duruma. Fransa'nın DHA'sı diyebileceğimiz güvenilir Fransız basınında (L'equipe) gözüme bir haber çarptı;
Jérôme Rothen peine à se trouver un nouveau club, notamment en raison d'un salaire trop élevé (180 000 euros bruts mensuels), mais il confirme des touches en Grèce et en Turquie dans Le Parisien.

Bundan 1 hafta önce PSG Başkanı Robin Leproux, Rothen ve Kezman'ı satacaklarını açıkladı. Kezman Panathinaikos'la anlaşmış. Rothen ise hala kulup bulamadı. İşin aslı şudur ki; PSG Rothen'i gözden çıkarmış vaziyette ama Rothen aylık 180.000 euro gibi bir rakam istiyor. O da brüt olacakmış. Yunanistan ve Türkiye'den takımlarla görüşüyor diye de noktalamışlar.
Yani kısacası, Rothen'e aylık 347 milyar, yıllık ise 2.1 milyon euro (eski parayla 4 trilyon) civarı para verecek babayiğit olursa koşa koşa gelecek.

Bu da haberin geçtiği internet sitesi

Manisaspor 0 - 3 Ankaragücü | Analiz


Öncelikle söylemeden duramam, şu formalara baktıkça insanın içi açılıyor. İşte böyle olmalı, 100 yıllık camia farklı olmalı. Forma şirketlerinin tasarlayıp 14 takıma sadece rengini değiştirerek dağıttığı mantaliteye karşı gelmek lazımdı, özel senemiz münasebetiyle güzel de oldu.
Geçelim maça; Hikmet Karaman'ın oturtmaya çalıştığı Total Futbol
'dan sonra, Ümit Özat'ın gelmesiyle Almanya'nın Dünya Kupasındaki klasik 4-2-3-1'ne döndük. Trabzon maçından farklı olan tek durum herkesin kendi mevkisinde oynamasıydı, haliyle sol kanatta sağ ayaklı yada sağ bekte Güven gibi fantaziler yaratmayınca ne yaptığını bilen bir takım ortaya çıktı. Aslında ilk haftadan Trabzon'u çekme basiretsizliğimiz olmasaydı, ilk maçtan da güzel başlayacağımıza emindim, neyse artık.


İlk dakikalardaki kör dövüşünden sonra Sestak, Bundesliga'yı az çok takip edenleri hiç şaşırtmayacak bir gol attı. Bu sene karşımızda defansını çok öne çıkaran takımlara bu golün tıpa tıp aynısını çok atarız. Ayrıca dikkatle seyredince dripling'leri müthiş gerçekten, faul yapmadan topu kapmaları imkansız. Diğer Slovak Sapara da nihayet beklediğimiz işleri yapmaya başladı. Şimdilik bu bölgede tek sıkıntı forvet oyuncusu. Sakatlığı geçen bir Robert Vittek, dün izlediğimiz takımda leblebi gibi gol atar. Güven'e ayrı parantez açmak lazım. Uzun zamandır bu kadar "her yerde" olan bir orta saha izlememiştim, en azından Ankaragücü'nde. Attığı gole denecek birşey yok, hafif Van Basten esintisi vardı. Trabzon maçında sağ bek başlamıştı, sonra orta sahaya geçti, en son da sol açıkta maçı bitirmişti. Dün Hürriyet'in yanında ikili ön libero olarak başladı, sonra sağ açığa kaydı, yine sol kanatta bitirdi. Bu kadar yeri oynatılan ama buna rağmen bu kadar canla başla oynayan bir adama helal olsun demekten başka yapacağımız birşey yok.


Yeni transfer Klukowski'yi çok beğendim. Broggi'nin gidişine çok üzüldük ama beklediğimize değdi, adam tam bir sol bek. Nerede duracağını, ne zaman ileri çıkacağını çok iyi biliyor. Sağ bekte de cezası biten Uğur fena değildi. Oynayarak ritm buldukça o da lig temposuna alışacaktır. Kısa kısa gidersek, Hürriyet her zamanki gibi, o sıcakta yine 7-8 km koşmuştur heralde. Zewlakow - Aydın hava toplarını hiç sektirmiyorlar, fakat biraz ağırlık var. Aralarına girecek birkaç hızlı adam sıkıntı yaratabilir. Özden ne şiş yansın ne kebap modunda, iki maçtır dikkatle seyrediyorum; maç kurtarmaz ama çok göze de batmıyor. Özgür Çek beklenmedik derecede iyi oynuyor. Sol açığa transfer yapılmazsa oranın ilk tercihi olacaktır.


Özetle, takım oturmaya başladı. Gördüğüm kadarıyla dişimize göre olan rakipleri madara etme ihtimalimiz var ama dişli takımlara karşı ne yapacağımız bir muamma. Trabzon maçında gördük, hucum yapmadıkça istediğin kadar savunma yap, bi noktadan sonra o top kalene giriyor. Vittek'in bir an önce iyileşmesiyle beraber Vittek-Sapara-Sestak hucüm hattını keyifle izleriz.
Kayseri maçı çok önem kazandı, galip gelirsek İnönü'ye deplasman yapmak farz olur.

Maçtan güzel kareler için tıklayın

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Efes Cup'ta İlk Günün Ardından


Yıllardır şu basketbolu salonda izleme işini sevemedim. Futbolun heyecanına ve o stad atmosferine alıştığımızdan mıdır nedir, salonlarda hep bişeyler eksik geliyor. Ayrıca müthiş destansı bir basketbol bilgim olmadığı için, sayfalarca teknik / taktik analizi yapamıyorum, kusura bakmayın. Yazabileceğim iki kelam kesinlikle salonun görüntüsü ve organizasyondur. Gerçekten dışardan ne kadar şık gözüküyorsa, hele şimdi Dünya Şampiyonası nedeniyle içi de bir o kadar canlı. Müzikler, ara şovlar, ışık sistemi, oturma düzeni...vs hepsi NBA kıvamındaydı (kaç kere NBA maçına gittin la demeyin, az çok görüyoruz yani hacı). Organizasyon da kusursuz işliyor, yalnız biraz daha turnuvanın reklamı yapılabilirdi sanki, neyse.
Maça geçersek, sanki takımda bir isteksizlik var gibi. Hani böyle hadi şu bitsin de asıl oynayacağımız maçlara geçelim edası var. Rakip de Lübnan olunca tam çekirdeğini alıp seyretmelik bir oyun oldu. Ayrıca ilk maçtaki Arjantin'i de seyretme fırsatım oldu. İsimleri bile yeter durumu var. Yani kısacası, güzel ülkemde bu kadar profesyonel işler görmek beni sevindirdi.

Hakan Kutlu # 4


2007 / 2008 sezonuna Ankaragücü, Hans Peter Briegel yönetiminde giriyor. Takımdaki isimler müthiş yetenekli ya da kariyerli olmamasına rağmen, görüntü iç açıcı. Ankaragücü'nün her maçı gollü geçiyor ve ligin ilk maçında Ankaraspor'u deplasmanda 2-1, ertesi hafta Denizlispor'u 3-2 yeniyor. Taraftar yıllar sonra lige iyi başladığı için memnun. Daha sonra takım duraklama dönemine giriyor, gollü maçlara devam etmesine rağmen kazanamıyor. 8. haftadaki 2-2'lik Sivasspor maçı sonrası takım içinde bir huzursuzluk olduğu ortaya çıkıyor. Bazı oyuncuların önderliğinde medyaya da sızan haberler çıkıyor; "Briegel futbolculara hiç iyi davranmıyor". Zamanın başkanı Cemal Aydın, bu haberden sonra Briegel'i aynı gün içinde kovuyor.


Taraftarın yükselen sesiyle, Ankara medyasının sürekli öne çıkarmasıyla yardımcı antrenör Hakan Kutlu, Ankaragücü'nün gündemine geliyor. Bu gelişmelerin ardından Cemal Aydın belki de 12 yıllık başkanlık süresindeki tek doğru cümleyi sarfediyor; "Hakan Kutlu'yu teknik direktör yaparsam hem onun için hem de takım için çok erken olur". Baskılara dayanamayan yönetim, Hakan Kutlu'yu Ankaragücü'nün Guardiolası edasıyla takımın başına getiriyor. Ligde ilk çıktığı maçta Çaykur Rizespor'u 1-0 yeniyor, herkes memnun. Gerçek Ankaragüçlü teknik direktör maçtan sonra tüm tribünler tarafından ayakta alkışlanıyor ve tribünden atılan atkıyı, bir taraftar gibi içten boynuna takıyor. Arkasından Bursaspor'a mağlup olmasına rağmen, Manisa ve Antep'i yine 1-0'la geçiyor. Ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Ankaragücü tam 9 hafta ligde galip gelemiyor ve oynanan aşırı defansif oyun, Briegel'den sonra göze Trömso gibi geliyor. Kariyerine müthiş başlayan Hakan Kutlu, dillendirilmese de inceden istenmeyen adam oluyor ve Ankaragücü ligi bir şekilde 8. bitiriyor.


Efsane isim Adnan Şentürk'te olduğu gibi namı-ı diğer Ulubatlı'ya 1 sene daha şans verilmesine rağmen defansif oyun, alınamayan iyi sonuçlar, taraftardan yükselen homurtu ve en sonunda istifa sesleriyle yollar ayrılıyor. Hakan Kutlu tüm iyi niyetine rağmen takımı küme hattının tam ortasında bırakıyor ve sonrası malum, Cengiz Topel yönetimi, Hikmet Karaman, camianın kenetlenmesi ve hala nasıl olduğu bilinmeyen kümede kalma başarısı. Ertesi yıllarda Hakan Kutlu önce düşmesi nerdeyse kesinleşen Denizlispor'un başına geçiyor ve takımı kıpırdatmasına rağmen yetmiyor. Daha kariyerinin başında küme düşme üzüntüsünü yaşıyor. Bu sezon ise, Manisaspor'un antrenörü olarak sezona giriyor.
Gelelim Manisa maçı öncesine; 26 yılını Ankaragücü'ne adayan Hakan Kutlu'nun rakip olması, süreci gözümün önüne getirdi. Karşılıklı çok yanlışlar yapıldı, belki de Cemal Aydın'ın o zaman söylediğine kulak asılmalıydı, malesef olmadı. Şimdi Ankaragücü'nde hedefler büyük, çıta yükseldi. 3 sene önce 9 hafta kazanamayan takımda kulübeye baktığımızda, ne kadar yetersiz de olsa Ankaragücü için "en az" bizim kadar endişelenen bir Ankaragüçlü vardı. Şimdi ise, Köln Akademisi'nde eğitim görmüş, bilgili bir antrenör. Tek fark; biri Fenerbahçe'yle özdeşleşmiş, camiaya karşı bazı sözleri yüzünden artık ağzıyla kuş tutsa taraftara yaranamayacak bir isim; diğeri saf Ankaragüçlü, hiçbir menfaat gözetmeyen, teknik direktör kararları tartışılabilir ama bu camiada her zaman gönüllerde farklı yeri olan efsane Ulubatlı.
Neyse konuyu çok uzattık, niyeyse bi içerlendim. En önemli değerimize sahip çıkamayıp, kulübe ve taraftara sadece parası için tahammül eden adamlara katlanmak çok koyuyor be adama.

20 Ağustos 2010 Cuma

Mehmet Çakır vs Josh Simpson


Bugün Manisaspor'un M.Çakır'ı istediği haberi çıktı ve Ankaragücü'nün karşılık olarak Josh Simpson'ı istediğini duyduk. Aslında transferden çok ortadaki yanlışlardan bahsetmek lazım.

Mehmet Çakır, Gençlerbirliği'nde forvet arkası ve serbest pozisyonda oynuyordu. Bu serbestliği daha sonra ne Ankaraspor'da ne de Ankaragücü'nde bulamadı. Haliyle herkes onu G.Birliği'ndeyken İstanbul takımlarına karşı oynadığı oyunla hatırlıyor. Yalnız tek bilinmeyen konu, M.Çakır'ın futbola 16 yaşında başlaması ve altyapısının tam oturmamasıdır. Yeteneklidir, tekniktir ama bu geç başlamışlık onun pozisyon bilgisini zayıf kılıyor, haliyle zaman zaman tepki çekiyor. G.Birliği maçlarına gittiğimde bunu daha net görmüştüm, sahada bir etkili hareket yapıyorsa üç de basit hata yapıyordu. Ankaragücü'nde ise durum çok farklı. Eksikler nedeniyle geldiği günden beri sağ açık oynuyor ve kanat oyuncusunun özelliklerine sahip değil. İstatistikler de bunu doğruluyor, 22 maç 1 gol. Tabi bunda Hikmet Karaman ve Ümit Özat gibi isimlerin eline düşmesi de etkili olmuştur. Mesela ne kadar imkansız da olsa, bir Luis Van Gaal'in denetiminde olsaydı eminim çok farklı olurdu. Karakter olaraksa, bu kadar tepkiye ve kendisine olan güvensizliğe rağmen sessiz sedasız hep işini yapmaya çalışmıştır. Ankaragücü maçlarına giden kime sorarsanız sorun takımda görmek istemez ama bu profesyonelliği bile benim için takımda kalma sebebidir.


Diğer tarafta ise, futbola burs kazandığı University of Portland'da başlayan Kanadalı oyuncu var. Sürekli olmasa da Kaiserslautern'de izlediğim kadarıyla çok hızlı ve teknik bir oyuncu, yani M.Çakır'da olmayan kanat mevki bilgisi ve yeteneğiyle birleştirme durumu var. Youtube'da birkaç videosuna denk geldim, top ayağındayken çekilen görüntüler birleştirilmiş, ortaya Balotelli gibi bir görüntü çıkmış. Simpson kesinlikle tek başına maç aldıracak bir oyuncu değil. Manisaspor'un hedefleri ve amaçlarının çok farklı olmasına rağmen geçen sene büyük transferdi ama yokluklar nedeniyle tek forvet oynatıldı. Oysa sol kanat ve zaman zaman 2. forvet mevkisinde çok daha etkilidir. Buna rağmen 16 maçta 4 golü var. Ankaragücü'ne gelirse orta sahada Sestak - Sapara - Simpson üçlüsü olacak ve Manisa'da bulmadığı ortamı bulabilecek. Eğer bu transfer gerçekleşirse kazanan hem iki takım hem de iki oyuncu olacak.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Ankaragücü A.Ş. Tüzük


İnsanın içini titreten maddeler var.
Allah sonumuzu hayretsin.

Efes World Cup 9












21 Ağustos 2010
17:30 Arjantin - Kanada
20:15 Türkiye - Lübnan

22 Ağustos 2010
17:30 Lübnan - Arjantin
20:15 Türkiye - Kanada

23 Ağustos 2010
18:00 Kanada - Lübnan
20:30 Türkiye - Arjantin

Klukowski Ankaragücü'nde


2007'den itibaren bakarsak, sırasıyla Paulauskas, İlkem, Broggi ve şimdi de Klukowski.

Bu sol bekte kalite olarak bir gelişme var.
Gelecek sene Marcelo ya da Bastos'u bekliyorum.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

17 Ağustos 2010 Salı

Kritik Günler


2 haftadır kafam çok dağınık.
Sürekli niyetleniyorum, blog adresi değişiyor, bişeyler yazıyorum siliyorum ama devamı gelmiyor.
Belki de sürekli sıkıntı, kaos, kavga yazmak istemediğimdendir; kulüp batağa saplanmışken bile altında iyi bişeyler aramaya çalışmam da yanlış anlaşılmalara sebep oluyor.

Ankaragücü'nde hiç hoş şeyler olmuyor, inanın bana.
Zaman zaman savunduğum kişiler, herkes gibi benim de güvenimi kaybetti; onların çok mu umrunda?
Tabi ki hayır.
Yıllardır kötü ama amatör ruhla yönetilen takım, tam anlamıyla şirketleşiyor. Yönetimlerden çok, kişilere bağımlı hale gelmesi için kongrede tüzük çalışmaları yapılıyor.

Bunları yazınca kimine göre helal olsun gerçekleri görüp söyleyebiliyor oluyor, kimine göre de kulübü karıştıran kaosçular oluyoruz.
Keşke sadece kaosçu olsak.
İnşallah işler beklediğimiz gibi olmaz, inşallah sadece biz yanılıyoruzdur.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Orhan Sal Röportajı

Ankara medyasının en önemli spor yazarlarından ve Sporanki.com sitesinin kurucusu Syn. Orhan Sal ile bir röportaj gerçekleştirdik. Tekrardan bize zaman ayırdığı için teşekkür ederiz.

1- Ankaragücü'yle ilk tanışmanız nasıl oldu? Bize biraz anlatabilir misiniz?
İnsanların hayatında çok önemli varlıklar vardır. Örneğin ben aileme çokönem veririm. Ama Ankaragücü benim hayatımdaki en büyük sevdamdır.Ankaragücü ile tanışma tarihim 1979 yılına rast gelir. 8 yaşındaydım. Babamla birlikte Cebeci Stadı’nda Ankaragücü’nün 2.Lig maçını izlemiştim.25 bin taraftarın büyük coşkusu beni büyülemişti. O gün bugün devamediyor.

2-Spor yazarlığının zorlukları, Sporanki'nin kurulma süreci ve yerel medyahakkındaki fikirlerinizi bizle paylaşabilir misiniz?
Şunu söylemem gerekir. Ben meslek olarak spor yazarı değilim. Kendime“spor yazarı” dersem, bu mesleğin duayenlerine saygısızlık etmiş olurum. Haddimi aşmak istemem. Ama hasbelkader yaklaşık 10 yıldır bu işiniçindeyim. 6 yıldır Anayurt Gazetesi’nde yazıyorum. En son olarak dasporanki.com’u kurdum. Yerel medya dediğimiz zaman Ankara’da maalesefyıllardır büyük bir yerel gazetenin olmamasının sıkıntısını yaşıyoruz.Zaten benim Anayurt’ta olma amacım ve sporanki.com’u kurma amacım budur.Bu konu saatlerce tartışılacak bir konudur. Yerel medya dediğimiz zamaninsanın aklına gazetelerin “Ankara” ekleri geliyor. Ama bu beni tatminetmiyor. Sanki “zorlama” yapılıyormuş gibi duruyor o ekler. Ben Bursa Olayveya Ege Yeni Asır tarzı gazetelerin Ankara’nın ihtiyacı olduğunudüşünüyorum. Ama kimse taşın altına elini sokmuyor. Yerel medya dediğinizzaman adım adım şehrin takımını takip edecek, taze haberler verecek, maçyorumları yazacak bir gazete düşünüyorum ben. Örneğin akşam 19.00’daoynanan bir maçı ertesi gün yerel gazetede okuyamıyorsan, bu olmaz. Tabiibu durum gazetelerde çalışanların hatası değil. Bu gazetenin politikası.Ayrıca Ankara’da sadece yerel medya sorunu yaşanmıyor. Buralarda yazacakgazetecilerin de donanımlı olması gerekli. Bana göre Ankara’da maç analiziyapan gazeteci elle sayılabilecek kadar az.

3- Kulüp son zamanlarda ne kadar orta sıra takımı gibi görünse degeçmişteki başarıları hala konuşuluyor. Sizce geçmişten bugüne neler değişti?
Sadece şunu söyleyeyim geçmişe göre Ankaragücü’nde değişmeyen hiçbir şeyyok. Ama benim en önemsediğim, Ankaragücü’nün o “deli fişek” ruhununkalmaması. Bugün Ankaragücü takımının içinde gerçekten Ankaragücükültürünü özümseyen bir futbolcu var mıdır acaba?

4-Ankaragücü'nün transfer politikasını nasıl buluyorsunuz?
Ümit Özat’ın yanlış tercihler yaparak gönderdiği en az 4 oyuncu var. Banagöre Koray, El Yasa, Broggi, Rothen, hatta Eskişehir’e giden Emregitmemeliydi. Ancak, Özat’ın eleştirmeyeceğim, hatta savunacağım tek yönütransferde Avrupalı futbolcuları tercih etmesidir. Ben Brezilya veAfrika’lılardan bıktım. Bu oyuncular disiplinsizler ve takım oyuncusudeğiller. Eskiden Afrika ve Brezilya’lıların bir şov yönü vardı. Şimdi odakalmadı. Ancak Avrupalı futbolcuların çok büyük kısmı disiplinli ve dahaprofosyoneller. Daha faydalı oluyorlar. Sorun çıkarmıyorlar. Gazetelerdentakip ediyoruz. Fenerbahçe’deki Brezilyalı Alex, resmen hocasına postakoyuyor.

5- Sitemizin en önem verdiği konulardan olan scouting (futbolcu izlemekomitesi) hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce Türkiye'de ve özelde Ankaragücü'nde bu sistem ne kadar kullanılabiliyor?
Türkiye’de bu sistemi birkaç kulüp haricinde kimse uygulamıyor. Çünkü busistem,tam profosyonel kulüplerin uyguladığı bir sistem. Türkiye’deprofosyonellik “sözde” var. Kulüplerin transferleri hangi kriterlere göreyaptıkları herkesin malumu. Sitenizdeki uygulamayı olumlu buluyorum.

6- Bu sezon daha transferlerin tamamlanmamasına rağmen şu anki kadro sizceligde neler yapar?
Maçlar başlamadan neler yapar söylemek zor. Bunu daha sonra göreceğiz. Ama kale ve sol kanat haricinde Ankaragücü iyi bir kadro kurdu. 2 takviyeyleAnkaragücü’nün yukarıları zorlayacağını düşünüyorum. Ancak Ümit Özat’ınoyun sistemi üzerine yaptığı söylemler kafamı karıştırıyor. Sanki Özat,sürekli “savunmayı” düşünecek bir sistemle oynayacakmış gibi geliyor bana.Elbette savunmaya karşı değilim. Aksine bende bazı maçlarda savunmayapmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Ama içeride dışarıda süreklisavunma oynatırsan futboldan keyif alamayız.

7- Ligde bu sene Anadolu kulüpleri dahil her takım ismi duyulmuş, önemlifutbolcularla anlaştı, sizce bu sene nasıl bir lig izleyeceğiz?
Futbol kalitesi olarak çok çok iyi bir lig izleyeceğimizi düşünmüyorum.Ama sahada olaganüstü bir mücadelenin, kıran kıran maçların oynanacağıbir lig izleyeceğimizi düşünüyorum. Ayrıca her sezon öncesi “iyitransferler yapıldı” denir. Ama omuzlarda gelenler, kovularak gönderilir.

8- Son olarak Ankaragücü taraftarına söylemek istediğiniz bişeyler var mı?
Bende herkes gibi (çok az gördüğüm) 70’lerin ve Ankaragücü maçlarını yoğunbir şekilde takip ettiğim 80’li yılların özlemini çekiyorum. O günlerdekibirlik ve beraberlik ortamı çok güzeldi. Keşke Ankaragücü taraftarı ogünlerdeki gibi olabilse diyorum. Ama biliyorum ki, bu artık asla mümkündeğil. Büyük bir bölünmüşlük, parçalanmışlık ve hatta üzülerek söylememgerekiyor ki düşmanlık var. Ankaragücü taraftarı eğer bir bütünleşebilse,Ankaragücü 2 kat daha güçlenir. Ama bu sadece taraftarın isteğiyle olmaz.Konum icabı Başkan Gökçek, camianın başındaki isimdir. O yüzden taraftarıbirleştirip, bütünleştirmesi gereklidir. Dilerim bu sorunlar biter de,Ankaragücü taraftarı da mutlu olur.